30 Nisan 2012 Pazartesi

Bir fıkra

Çok eski bir zamanda organlar, kendi aralarında bir müdür seçmek üzere toplanmışlar. Koltuğun talibi çokmuş. Özellikle kalp, akciğer ve beyin, üstlendikleri kilit görevleri öne sürerek koltuğun en güçlü adayları olarak öne çıkmışlar. Konuşmalarında da tehditkar bir hava varmış:

" Beni seçmezseniz vücuda kan pompalamam! "
" Beni seçmezseniz, ilerleyen dönemde solunum konusunda bazı sorunlar ortaya çıkabilir! "
" Beni seçmezseniz hiçbir işiniz doğru gitmez, ben vücudun karar mekanizmasıyım, ben olmadan hiçbir iş yürümez! "

Kimse göte sormamış " Sen başkan olmak istemez misin?"

Oysa göt, başkan olma isteğiyle yanıp tutuşuyormuş.

Tartışmalar sürerken vücut, boşaltım yapma zorunluluğu duymuş. Her zamanki yoldan, alışılmış bir şekilde geçen ve dışarı atılmayı bekleyen dışkı vucuttan bir türlü atılamıyormuş?

Organların hepsi birbirine sormuş: Neler oluyor? Göt neden kendini sıktı da boşaltıma izin vermiyor?

Aradan zaman geçtikçe içeride kalan dışkı vücuda ve tüm organlara rahatsızlık vermiş, ıstırap olmuş. Rahatsızlık dayanılamaz ölçülere ulaşınca yüksek perdeden bir ses duyulmuş. Konuşan götmüş:

" Ey vücud uzuvları, hepiniz böbürlenirsiniz. Bana kimse başkan olmak ister misin? diye sormadı ama işte görüyorsunuz ki bu vücudun en büyük ihtiyacını karşılayan benim. Bu vücuttaki en önemli organ benim. Beni hemen başkan yapmazsanız grevime son vermeyeceğim ve hiçbiriniz rahata kavuşamayacaksınız"

Organlar düşünmüş taşınmış bakmışlar iş olacak gibi değil. Göt ikna olmaya yanaşmıyor. Kalp, beyin ve diğer tüm başkan adayları, mecburen, adaylıktan çekilip koltuğu göte bırakmışlar.

İşte o günden beri bütün götler müdürdür.

1 Mayıs









Bugün 30 nisan. Yarın her yerde zincirlerini kıran isçi posterlerini göreceğiz. Sendikal haklar istenecek, yürüyüşler yapılacak, gönlünü işçi hareketine verenlerin bir günlüğüne kanı kaynayacak. Her sene olduğu gibi bir yıllık uykudan uyanacak işçi sınıfı.

"Bir sınıfın kırılmaz zincirlerine başkaldırı günü yarın."

Yarın işçi bayramı...

Ama sonra ne olacak?

Takvimler 2 mayısı gösterdiğinde tekrar derin uyku başlayacak. Ağır mesainin yorgunluğu çökecek omuzlara. Başını kaşımaya vakit bulamayan sınıf, her 1 mayıs' ta ağzına çalınan bir parmak balla, o güne ait tatlı anılarla çile dolu bir yıla geri dönecek.

Daha sonra yine 1 mayıs gelecek. Bir günlüğüne "devrim" olacak yine; peki ertesi 364 gün ne olacak? : Yine "PATRON BAYRAMI".

Ezilenlerin içi, yarın sımsıcak bir isyan ateşi ile yanacak. Hava kararıncaya kadar yanacak ve ertesi güne kadar yanmasına izin verilen sönmüş ateşin külleri rüzgarda savrulacak. Ateşin sürekli yanmasına kimse izin vermeyecek. Emek, geri kalan 364 gün ayaklar altında çiğnenecek; yarın patronlar, sürekli bayramlarından bir günlük de olsa feragat edecek. Bu bir günlük kesintinin lafı olmaz elbette.

Çünkü:

"PATRONLARA HER GÜN BAYRAM" dır ülkemde.

29 Nisan 2012 Pazar

Ben Bilgisayar Başında Zaman Geçiren Erkekleri Sevmem Diyen Kızlar


ALIŞ-VERİŞ





İki adet gazete aldığım ve gazete bayii işletmecisi asık suratlı adama gazetelerin tutarına denk gelecek miktardaki parayı uzattığımda gazete bayiindeki adamla aramızdaki bu  ilişkiye satıcı- müşteri ilişkisi ya da "alışveriş" adının verildiğini sanıyordum. Ne kadar saf ve masum - hatta cahil- olduğumu ancak aldığım gazeteleri eve dönüp okumaya koyulduğumda anladım.  Çünkü "o haberi" görmüştüm...

Efendim meğer " Davetlerde giydiği şık kıyafetleriyle bilinen sosyetenin gözde ismi D.M, önceki gün Nişantaşı'nda çıktığı alışveriş turunda kesenin ağzını sonuna kadar açmış.( gazetenin yalancısıyım. Kendisini yolda görsem tanımam.)

Devamı şöyle: " Beymen'e giden sosyetik güzel, burada yaklaşık bir saat alışveriş yaptı. Beğendiği 9 tane kıyafeti düşünmeden satın alan D. M' nin 45 bin TL ödediği öğrenildi. Sosyetik güzelin aldığı kıyafetleri taşıyamayan şoförü, mağaza görevlilerinden yardım istedi."

Bu kan donduran haberi tekrar tekrar okuyup düşüncelere daldım. Önce kendime kızdım:

"Be eşşoğlueşşek alışveriş dediğin öyle iki gazete almaya verilecek bir ad mı? Sen kim oluyorsu da alışveriş yaptığını iddia edebiliyorsun? Bak işte alışveriş dediğin böyle yapılır."

Daha sonra ise; aynı yaradılışda olan, hukuk önünde aynı haklara sahip aynı ülke vatandaşlarının ekonomik eşitsizliği, zengin ile yoksul arasındaki uçurum, dünyanın adaletsizliği gibi üzerine çok kimselerin kafa yorduğu tartışma konularının yanı sıra kavgada söylenmez hakaretler, duyulmamış küfürler de aklımdan yıldırım hızıyla geçti.

Daha da sonra hakkında araştırma yaptım saygıdeğer D. M' nin . Elde ettiğim sonuçlar hayli şaşırtıcıydı. Çünkü kendini böyle ödüllendiren bir insanın çok başarılı bir insan olduğunu düşünmem oldukça normaldi. Ancak birkaç ünlü kişiyle aşk ilişkisi yaşamış olmak, - doğuştan gelen bir talih sayesinde- varlıklı bir aileye mensup olmak ve -gazetedeki habere göre- davetlerde şık giysiler giymek dışında hayatta hiçbir başarısına rast gelmedim bu hanımefendinin.

Bundan da sonra kendi yaşamımı, bir insan olarak söz konusu hanımefendiye göre neden daha değersiz olduğumu ve elbette - haberin içeriği doğrultusunda- sahip olduğum elbiselerimi düşündüm. Öyle sanıyorum ki kendimi bildim bileli şimdiye dek satın aldığım don, atlet, çorap, pantolon, mont, gocuk, parka, sweatshirt, t-shirt, deniz şortu, kot şort, acun firarda şortu vb. tüm kıyafetlerime (hatta bunlara, yıkanma bezi, yastık kılıfı, havlu gibi eşyaları da ekleyelim) ödediğim toplam tutar, hanımefendinin aldığı 9 elbisenin fiyatının % 3 üne bile denk gelmez. Şimdi bunu okuyanlar diyecek ki " aga o kadınla sen bir misin? o bir "sosyetik güzel" sen ise hıyarın tekisin!"

Yorum yapmayacağım. Siyasi ve toplumsal ( özellikle toplumsal) konjonktür, ekonomik sistem sizi haklı çıkarıyor. Haksız olduğu bir konuda ısrarcı olmamalı insan!

Son olarak; haberde dikkatimi çeken belki de en acı/acıklı durum, "kıyafetleri taşımakta güçlük çeken şoför ve onun yardım çığlığına yanıt verip yardıma koşan mağaza görevlileri" idi. Kaç kişi güç birliği oluşturup taşıdılar 45 bin tl tutarındaki elbiseleri bilemiyorum ama hepsinin altışar aylık maaşlarını birleştirsek anca elde edebileceğimiz bir paranın gözleri önünde saniyeler içinde el değiştiriyor olmasına seyirci kalmaları, ruhlarına yapılmış ne büyük bir işkencedir.. Bir düşünün abiler.

Neyse boşuna daha fazla yazıp yorulmaya gerek yok. Zenginin MALI, züğürdün çenesini yorarmış!

28 Nisan 2012 Cumartesi

Guizaaa XD


Feykovski

Benim Babam FBI Ajanı


Her şeyden önce şunu söylemem gerek; başıma ne geldiyse liseli taze kız sevdasından geldi. Yıllar yılı peşlerinden koştum, ağız kokularını çektim, hep o görsellerdeki seksi liselilere kandım..

Siz siz olun, ailesi tarafından sindirilen kızlarla diyalog kurmayın. Onu hayata bağlarım mutlu ederim sonra da yatağa atarım olayı tümüyle yalan zira onun eğlencesi, oyuncağı olacaksınız(bir arkadaşımdan biliyorum). Benden söylemesi.

Mesela ismi lazım değil ama bir tanıdığım var, diyor ki:

-Babam seni gbt ile bulur.
-Babam mesajlarıma falan karakoldan baktırıyor.
-Dışarı çıkamam malum babam polis.

"Lan kim bu baban? Ajan mı, geceleri suçla savaşan Batman mi? Beni mi kekliyorsun yoksa mal mısın kızım sen" diyemiyor insan maalesef. Keşke bunları duymaz olaydım, bu işlere bulaşmaz olaydım diyor insan ama olan oluyor çoktan :(

BİR VECİZE

Sevgi paylaşmaktır. Paylaşacak bir şey kalmadığında ( parasal bazda) sevgi de tükenir.

ASDFGSADG

Dışarıdaki yağmur, kentin bu adeta unutulmuş, bakımsız,kirli sokağını bataklığa çevirirken içeride yaşlı bir adam, eski duvarlarında çatlaklar bulunan, sıvası dökük evinde birbirine karışmış düşüncelerinin bataklığına saplanmış, evinin sessizliğine mahkum olmuştu. Bugün işten kovulduğunun ikinci günüydü. Kovulmasına neden olan olayı aklından çıkaramıyor, düşündükçe sinirleri geriliyor, söz konusu olaydaki görev ihmali yüzünden kendisini asla affedemiyordu. Bu durum onu utandırıyor, onuruna dokunuyordu. Ancak elbette Rüştü Bey' i asıl düşündüren sorun, paraya şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde işsiz kalmasıydı.
Dört gün sonra kredi kartı ödemesi vardı ayrıca beş gün sonra da kira ödemesi yapması  gerekiyordu. Faturalarının son ödeme günü yaklaşmış, taksitle aldığı televizyonun üçüncü taksidini henüz yatıramamıştı. Nerden çıkmıştı bu zamansız kovulma şimdi? Eğer işten çıkarılmasaydı dört gün sonra maaş alacak ve maaşının büyük bir kısmı ile ödemelerini gerçekleştirebilecek geri kalanı ile de biraz tasarruflu davranarak bir dahaki maaş gününe kadar geçinmeye çalışacaktı ancak onu işten çıkaranlar -genelde yapıldığı gibi-maaşını vermemişlerdi. Tazminat mı? Onun lafı bile geçmemişti zaten.

Rüştü Bey, işten atılmasına neden olan soygun sırasında uyuyakalmış ve bu sayede hırsızlara işlerini çok daha kolay yapma imkanı tanımıştı.o bir gece bekçisiydi.Hayatı boyunca yalnız yaşamış, adeta çalışmaktan evliliğe zaman bulamamış biriydi. Gençliğinde tek başına yaşamak sorun olmuyordu ancak yaşlandıkça yalnızlık, ağır bir yük olup omuzlarına çökmüştü. Yıllarca postacılık yaptıktan sonra emekliye ayrılmıştı. Aslında ona göre emekliliğin çalışmaktan tek farkı işinin ve iş yerinin değişmiş olmasıydı. Çünkü Türkiye' de bir emeklinin yalnızca emekli maaşıyla geçinmesinin imkansızlığını daha emekli olmadan görmüş, emekli olunca da hatırı sayılır birkaç tanıdığın yardımlarıyla, yaşı bekçilik yapmak için uygun olmasa da "ekmek parasıdır" diyerek bir fabrikada "gece güvenliğinden sorumlu görevli" olarak işe başlamıştı.Dolayısıyla yaklaşık on aydır bekçiliğini yaptığı fabrikanın, onun nöbet saatlerinde, (yani gece vakti) soyulmasından elbette kendisini birinci dereceden sorumlu hissediyordu. Patronu da bu olayın tek sorumlusu olarak onu görmüş olacaktı ki soygunun ertesi günü sigortadan soygunun neden olduğu zararı ( fabrikadaki kasadan 75 bin tl çalınmıştı) karşılar karşılamaz Rüştü Bey' in işine son verilmesini istemişti.

İki gündür kara kara parasal sorunlarını nasıl çözeceğini düşünüp işin içinden çıkamayan Rüştü Bey, üzerinde kımıldandığı an yaylarının müthiş bir gıcırtıyla adeta feryat kopardığı, epey eskiden kalma koltuğuna attı kendini. Biraz uyumaya, unutmaya ihtiyacı vardı. İki gündür her saniye o tatsız olayı düşünmekten kendini alamıyor, uyku uyuyamıyor,kafasındaki düşünceleri bir türlü toparlayamıyordu. Düşündükçe düşündü. Başka hiçbir iş yapamaz oldu. Nasıl olabilirdi bu? Nasıl paraya en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde işsiz
kalmasına neden olacak denli büyük bir hata yaparak işten kovulurdu? Şimdi ne yapacaktı? Ödemelerini nasıl yapacaktı? ya faturalarını nasıl ödeyecekti? Bu yaştan sonra evine haciz gelmesi ( her şeyini haczetseler yine de borcu kapanmazdı ya! ) ihtimali onu ürkütüyordu. Şayet bugün, bu büyük hatasının affedildiğini ve yeniden görevlendirildiğini söyleseler mutluluktan havalara uçardı. ama bu elbette olmayacaktı. Ayrıca yaptığı hatayı, gösterdiği sorumsuzluğu düşünüyor, parasal rahatsızlığın yanı sıra bundan da o eskide kalan dürüst
devlet memurlarına özgü bir vicdani rahatsızlık duyuyordu.

Kendisine maddi yardımda bulunacak herhangi bir akrabası yoktu. zaten böyle bir durumu onuruna yediremezdi. Onu düşündüren bir başka şey de bu yaştan sonra çalışacak başka bir iş bulamamak
düşüncesiydi. Düşündükçe strese girdi. Strese girdikçe kendisini oyalayacak bir şeyler aramaya koyuldu.
Bir ara canı çay içmek istedi, mutfağa yöneldi. Mutfakta ne çay ne çay türevi bir başka şey bulabildi. Sigarayı çoktan bırakmıştı. Televizyon izlemeyi şu an imkanı yok kafası kaldırmazdı. Dar, rutubetli, eski evinde iki gündür düşünceleriyle baş başa kalmış, o tatsız olaydan sonra evden dışarı adım atmamıştı. Geleni gideni de yoktu yaşlı adamın.

10 gün sonra

Rüştü Bey, on gün içinde ne iş bulabilmiş ne kirasını verebilmiş, ne kredi kartı ödemesini yapabilmiş, ne faturalarını yatırabilmiş, ne de Televizyon taksidini ödeyebilemişti. Bu on günlük sürede pek çok işe başvurduysa da ( Garsonluk, bulaşıkçılık, temizlik işleri vb.) yaşı, işverenlerin ona olumsuz yanıt vermesine neden oluyordu. İşverenler dinamik, genç elemanlar istiyorlardı. Bu arada Rüştü Bey, kendisini bekçilik işine yerleştiren birkaç hatırlı dostunun kapısını tekrar çalmaya da utanıyordu. Bu on günlük süreçte önce ev sahibinden süre istedi. Asık suratlı ev sahibi ona, istemeye istemeye iki gün ek süre verdi. Rüştü Bey kredi kartı ödemesi için bankadan arayan güzel sesli kadının telefonlarına da çıkmadı. Ayrıca televizyon taksidi için her yerde onu arayan satıcıdan köşe bucak kaçtı. Hayatı hiçbir zaman bolluk bereket içinde geçmemişti ancak hiç bu denli zorlandığı da olmamıştı. Bunalıyor, utanıyor, yaralanıyordu..

27 Nisan 2012 Cuma

Facebook'ta İncir Reçeli, Model ve Halil Sezai'yi Beğenmeyen Kız

-Sahi bir Emre Aydın vardı ne oldu ona-
Kendisini çözümlemek biraz zaman alacaktır kuşkusuz. Malum; son dönemlerde Star Wars hayranı geek bir şişko kız olsan bile(ki bu son kalenin de düştüğünün habercisidir. Şişko kızlar tutunacak son dalımızdı bizim) bu üçlüyü beğenmeden edemiyorsun.

Peki niye beğeniyorsun, bok mu var bunlarda? Model, değmesin ellerimiz dedi diye canlanan aşk acına koyayım ben senin. Yarın bir başkasına, öteki gün bir diğerine atlayacaksın ve "senden önce aşka inanmıyordum, biz hiç ayrılmayacağız^.^" diyeceksin. Nedir senin bu hal ve hareketlerin? Liseli ergen seni.

Kısaca açıklamak gerekirse bu üçlü çok tutuyor zira kızlarımız bu üçlüde kendilerini buluyor(shdkjfsdf). Filmde "tıpkı benim istediğim bir aşk" diyorlar, şarkılarda eski aşk anıları canlanıyor, o günlere gidiyorlar adeta. Bak ben yazarken duygulandım, onlar da beğeniyor haliyle.

İncir Reçeli günümüz Türkiye'sinde paraya voleyi vurmanın yolunu bulanların çektiği bir film. Nedir formül; destansı(çok güldüm fakat iyi güldüm) bir aşk hikayesi, aşçı, Aids, kavuşamamak, aşka inanmayan kuul bir adam veya kadın, kazada birisinin ölmesi, vb şeyler. Bu keyword'lerden birine sahip olan film gözü kapalı iyi hasılat yapar.

Hayatımın son 1.5 yılı sevgilileri tarafından "aşkım İncir Reçeli diye bir film varmış hadi ona gidelim" diye başının eti yenilen adamları kıskanmakla geçti. Bir sorun niye; bu filmi beğenen kız vermeye meyillidir arkadaş. Bak benim sevgilime; bunlardan nefret eder ve elini bile sürdürmez bana(kendisini Alpay'a pompalattırmasından şüphe etmekteyim). Sokağa adeta donla çıkar ama seks mi öyk o ne der(kankası ile lezbiyen bir ilişki içinde de olabilir).

Yani demek istediğim o ki; benim sevgilim böyle salak duygusallıklara prim vermiyor diye sevinmeyin zira keşke verseydi dersiniz bir süre sonra(eğer 90 kiloluk bir kız arkadaşınız yoksa tabii). Bırakın beğensinler, bırakın nargile içip tavla oynarken döşünüze yaslansınlar..

OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE- EMİN DEĞER


Blogun ismiyle benzerliği akıl karıştırmasın. Bir özenme- yahut çalıntılama- durumu yok. Fakat güzel bir kitap. Amerikan siyaseti, Emperyalizm, küresel politikalar vb. konularla ilgilenen kişiler için faydalı bir kitap olabileceği kanaatindeyim. İçinde ne ararsanız var. Kişisel fikrime göre kitabı okuyanlar, günlük yaşantımızdaki bazı ufak detayların, her gün rastgeldiğimiz küçük ayrıntıların bile küresel politikayla nasıl iç içe olduğunu, hayatımızdaki pek çok unsurun küresel politikanın dayatmaları ile oluşmuş şeyler olduğunu görecekler ve mutlaka zihin açıcı bazı bilgilere erişerek dünya siyasetini daha gerçekçi ve daha doğru bir bakış açısıyla yorumlayabilmeye bir adım daha yaklaşabileceklerdir.