16 Aralık 2012 Pazar

"Üniversiteye gidip da sikişmeden bitirenin beynini sikeyim" diyordu gölcüklü, endüstri meslek lisesi 3. sınıf öğrencisi serseri yakup. Kavruk tenli,ailesinden aldığı harçlığı sigara, içkiye yatıran bir civanmert idi o. Kavgaların aranan adamıydı. Anlattığına göre yaklaşık 1346 kavgada fiilen bulunmuş hiçbirinde de en ufak bir hasar almadan çıkmış bir winner idi. Zaten gölcükte herkes winner idi. Yakup, bir dönem sigaradan içkiden feragat edip para biriktirince ucuzundan bir mp3 çalar satın almış, içine arkadaşları ile birlikte zevkle- hatta huşu ile- dinledikleri, ruhlarına hitap eden özcan deniz, doğuş, güllü, müslüm gürses şarkıları doldurmuştu.

O gece, sınıf arkadaşları deli rasim -en yakın arkadaşı idi- ve sürekli babasının arabasını kaçırmasıyla nam salmış bulunan şahin ile birlikteydiler( o gece arabayı kaçırmamıştı). İkişer bira almışlar, birincileri bitirmişler, ikincileri henüz yarılamışlardı ki kafaları güzelleşmişti. " Bu aramızda kalsın, kimse 2 birada devrildiğimizi duymasın" dedi Şahin. Gülüyordu, gülüyorlardı. Onlar aşk için kendini üzmeyen delikanlılardı. Kendi hayal sevgililerini her gün aldatıyor, eve atıyor, inletiyorlardı. Hatta yakup un anlattığına göre bir defasında evde yalnız kaldıklarında yakup ve sevgilisi o işi yapmaya karar vermişler ve sevgilisinin kıçı kalorifer peteğini üzerine denk gelecek biçimde halvet olurlarken peteğin yerinden sökülmesi hadisesi vuku bulmuş idi. yakup bunu övünerek anlatıyordu. O akşam da içkili kafalarıyla pek çok kızdan bahsettiler.

Yağmur hafifçe çiselemeye başlamıştı. Şahin üç kişinin arasına girdiği o efsanevi kavgadan söz etmek istedi. Ancak saatler ilerledikçe kavga muhabbeti sarmaz oluyordu. Yarım saat içinde içkinin sarhoş ettiği genç ve civanmert gölcüklüler, karı gibi dedikodu yapmaya koyulmuşlardı. Yağmurun şiddeti artıyordu. Şahin fenalaşmaya başlamıştı. Üstü kapalı bir yer aramaya çıktılar. Bulundukları konum itibariyle eve gitmeleri olanaksızdı Donlarına kadar ıslanmışlardı. Yakup yoldan geçen bir arabaya eliyle "dur" işareti yaptı. Halbuki bir gölcüklü asla otostop yapmazdı. Yağmur altında durdurmaya çalıştığı arabanın durması Yakup'u şaşırttı. Her ne kadar durmasını işaret etmiş olsa dahi böyle bir şey beklemiyordu. Duran araba gök mavisi renkli, altına mavi ışık, kapı kenarlarına da çeşitli ve tarif edilemez aksesuarlar takılmış bir "doğan" idi. Belli ki içinde gençler vardı. Pencere yavaşça indi ve korkunç yüksek bir müzik sesi duyuldu ancak kontağın kapatılmasıyla müzik kesildi. bununla birlikte bir liseliye ait olduğu yüzünden anlaşılan jöleli kafa göründü:

- İyi akşamlar beyler, atlayın.

Yakup, rasim ve kendinden geçmiş bir halde yarı baygın bulunan şahin güçlükle arabaya bindiler. Güçlükle çünkü aracın arka koltuğunda zaten 3 kişi oturuyordu. Biraz sıkıştıklarında açılan yere rasim bindi. Dizinin üzerine dikkatlice yarı baygın Şahin'i yerleştirdi.Şahin in kıçının bir yanağı rasim in diğer yanağı yabancı bir lisenin yabancı bir öğrencisinin bacağının üzerindeydi. Şahin araca girerken kafasını çarpmış olduğundan -ve alkol de çok fena çarpmıştı onu- ağlamaya başlamıştı. Yakup ise ön koltukta oturan ve kendileri ile muhatap olan jöle kafanın dizinin üzerinde kapıya sırtını vermiş, kıvrılarak arabaya sığışmaya çalışıyordu.

Sessizliği arka koltukta oturan iki gencin- daha sonradan birinin isminin harun olduğunu öğreneceğiz- diyaloğu bozdu:

-İngiliz alfabesinde kaç harf var?
-Bizde bile 21 tane olduğuna göre onlarda bi 30-40 tane vardır. Dur bir dakika: 32 mi 33 müydü emin değilim.Sen biliyor musun lan? (arka koltukta şimdi 5 kişi olsalar da önceden 3 kişi idiler ve soru üçüncü şahsa idi)
Üçüncü şahıs cevap vermedi.

Derken araç hareket etmeye başladı. Müzik yeniden başladı. Yakup bir müzik duyduğundan emindi ancak o kadar yüksek sesle dinliyorlardı ki hangi şarkının çaldığını kestiremedi. Aracın içinde kimsenin kimseyi-hatta kendi sesini bile- duymasına imkan vermeyecek bir gürültü vardı şimdi. Yakup her tümsekte yabancı birinin dizinde zıplayıp dururken, tüm bu gürültüde sesinin fark edilmesi zor olduğu halde zır zır zırlayan şahin in arabadaki herkesin tadını kaçırdığını, kendilerini rezil ettiğini düşünüyordu ki arka koltukta en solda oturandan bir inleme, onun yanındakinden de Güllü nün seslendirdiği "biz bize yaşarken geldik oyuna" şarkısının nakarat kısmı "eller kadir kıymet bilmiyor anne" feryadı yükseldi.Ses tellerini yırtarcasına zorluyordu. Yakup o an teypte çalan şarkıya kulak verdiğinde arabanın içinde kopan kıyamaetin (gürültünün, çalan şarkının vs.)güllü nün bu nadide eseri olduğunu, tüm bu gürültü olarak algıladığı şeyin kaynağının kendisinin de favori parçası olan parça olduğunu gördü. Islak yollarda uçarcasına ilerliyorlardı.

Şoför koltuğundaki genç -zindan siyahı bir deri ceket giyinmişti- direksiyonu bir anlığına bıraktı ve sigarasını yaktı. Daha sonra gaz pedalı yakınlarına bıraktığı birasını kavrayıp havaya kaldırdı Güllü inim inim nakaratı tekrarlıyordu. En coşkulu anın geldiğine kani olduğunda " içelim" dedi. Arabaya sonradan binen üç genç dışındaki herkes şişeleri kafaya diktiğinde herkes yaralı(manevi anlamda) ama mutlu idi. Arabanın esas sahipleri yakup,rasim ve şahin' e iyi davrandılar. Onlarla pek çok ortak yönleri olduğunu görmüş gibilerdi. Hatta yakup bir ara yabancı bir kucakta olduğunu unutur gibi oldu.

Islak yolda şahlanmış bir at gibi idi gök mavisi şahin. Ancak yoğun bir koku hafif hafif sızlatmaya başlamıştı burunları...

Tenha bir yere çektiklerinde teypte güllü yorulmuş, deri ceketli şoför kontağı kapatmıştı. Herkes, deri ceketlinin işemek üzere arabayı tenha bir yere çektiğini anlamıştı. Hatta az sonra arka koltuktakilerden ikisi de ona katılmak üzere arabadan inmeye çalışacaklardı.

Yakup gözlerini ovuşturdu. Uykusu gelmişti. Bir anda burnuna uzun süredir hafif hafif gelen kokunun tahammül edilmesi imkansız bir kokuya dönüştüğünü duydu. Arkasına dönüp baktığında bir şey göremedi ama koku insanı feci halde rahatsız eden bir kokuydu. Derken dışarıya işemek için çıkanlardan biri-biraz  sonra isminin harun olduğunu öğreneceğiz- feryat edercesine sesinin yükseltti ve:

-"kim kustu ulan pantolonuma? hangi orospu çocuğu?" dedi.
bu sorunun aslında doğrudan doğruya kendilerine yöneltildiğini anlamak için Yakup'un pantolonu kusmuk içinde kalan gencin gözlerine bakması gerekmiyordu. Ancak yine de baktı. Baktığı yerde acı, kin, dayak görüyordu. Istırap, çile ve sopa...

arabada Şahin, yarı baygın uyurken dışarı sürüklendiğini az da olsa hissetti. Rasim ve Yakup ise yıllar sonra dahi hiçbir şeyi unutmadılar. O gün orada Yakup, bildiği tüm tanrılara (Allah, Yahve,Zeus, Azer Bülbül) sayısız kurtuluş duası etti. Ancak işe yaramadı.

-yapma harun yeter, heriflerin canları çıktı
-amın evlatları sizi insan yerine koyduk arabaya aldık..pat küt.. al sana göt oğlanı.. çat çut.

Her şey bittikten sonra olayların farkına varan, arka koltukta oturan ve öykü boyunca hiç konuşmayan  "üçüncü şahıs" oldu. O, yakup,rasim ve şahin arabaya binerken arka koltukta idi. Ancak hiç ağzını açmamış biraz da kendinden geçmiş haldeydi. Harun un pantolonuna kusanın kendisi olduğunu ölene dek kimseye söylemedi.